Ana Okulu
“Anne! Sana bişiy söyleyebilir miyim?”
“He canım?”
“Sen şimdi benim korsan ve kurt olcaamı biliyosun ama gösteri gününe kadar unut tamam mı? Öğretmenim ‘annenize sölemeyin ki süpriz olsun’ dedi ama ben dayanamadım sööledim sen o zamana kadar unut tamam mı annecim?”
“Daha çok zaman var, unuturum ki ben zaten....”
Unutmamıştım... Nerde ne zaman hangi ayağını atacağını bile biliyordum. “bir, ki, üç, tekme, bir, ki, üç, gol...” Ama unutmuş gibi yapmayı iyi becerdim sanırım. Geceden bastı sıkıntı. Esra yüzbin kez anlattı nasıl gideceğimi salona ama gene de google’dan elli kere rotayı izledim. Nefret ederdim kendimden geç kalsaydım. Yol özürlüyüm ya. Çantamı hazırlarken fotoğraf makinesinden sonra hemen iki paket mendil sokuşturdum – insanın kendini bilmesi iyi bi şey. İlle de patatesli yumurta istedi o sabah. Geç kalıp kalmamak umurunda değil ki. Gösteriye çıkacak ya kırmadım. Yaptım yumurtasını. Esra sıkıca tembihledi “geç kalma sabah” diye. Kalmadım.
İlk hıçkırıklarımı profesyonal şekilde gizlemeyi başararak okul kapısında yuttum. “İyi şanslar tatlım; orda görüşür....” sonunu tamamlayamadım.
Eve geldim, hazırlandım, anneanne ve dedeyi binbir sıkıntıya sokmak suretiyle kapıya diktim. Baktım olmayacak; iki büyük yudum Passiflora yuttum. Ne manasız bir telaş ve heyecan. Döküldük yollara. Büyük bir başarıyla kayboldum. Ağlaya ağlaya dar attım kendimi mekanın kapısından. Neyse yetiştim. Canım Esra “Pardon! Pardon” diye diye kalabalığı yarıp bir yerlere yetişmeye çalışıyor. İkinci hıçkırıklar da patladı. Biliyorum ben o duyguyu çünkü, empati kurmamam elimde değil. O kalabalıkta bulduk yerimizi de çok şükür, oturduk. Sahne loş, bi dünya kuzucuk bekleşiyor arkada. O “arka”yı da biliyorum ne sıkıntılı yer. Neyi beklediklerini bile bilmiyo ki kuzucuklar...
Ardından koyverdi bir küçük sarı ördek gözyaşlarını... E, insanım yahu; kaç çeşit hıçkırık yutucam daha? Ben de koyverdim.
Açıldı sahne... Cadı kızlarımız çıktı meydane... Onlar da Koza mezunuymuş. Ne ince düşünce. (Dört numaralı hıçkırık)
Ardından başladı ana kuzuları dökülmeye bir bir. Ördeklerin biri öğretmeninin kucağında... (yüksek ihtimalle az önce sesini duyduğumuz ördekçik bu) “Hadi hadi, bak çıkıyoruz şimdi” diye ikna etmeye uğraşmamış belli ki, almış kucağına, sahne değil, ördekçik önemliymiş çünkü... (İlk büyük Aferin Koza’ya ukala veli Banu’dan)
Patır patır dökülen tüm ördeklerin, farelerin, perilerin, kurtların gözleri önce seyirci koltuklarında. Hafif bi hayal kırıklığı, telaş, tedirginlik bir saniye içinde – ki bu saniye anne-babadan birinin oltaya takılıp el sallamasıyla eş değer (Bu arada ben dahil tüm velilerin girdiği binbir çeşit salak pozisyondan bahsetmeyeceğim kendimizi göstermek için, ayıp olur bize) – yerini inanılmaz bir aydınlığa, özgüvene bırakıyor ve ancak o andan itibaren başlıyor sahnedeki rolü minik sanatçımızın... (hıçkırık bilmem kaç...)
Sahne açılıyor, sahne kapanıyor, yeniden açılıp yeniden kapanıyor, sahne arkasında kim bilir neler oluyor... Ama önünde de çok şey olup bitiyor. Zeki çıkıyor ortaya mesela... Evet Zeki. Kemer Koza’nın; yüzünden bi kez gülümseme eksik olmayan, iyiliği çehresine yansımış, servis şoförü, bahçıvanı, tamircisi, herşeydenanlayanı, bel kemiği yani. Dekorcu olmuş şimdi. O da orda. Niye ki? Çünkü sahneye bi oyun konmadı bugün. Koza kondu, emek kondu, dostluk kondu, gerçek sahici bişeyler kondu oraya işte. Yürek kondu...
Ayşe öğretmenim, Esra öğretmenim (ve diğer tüm öğretmenlerim) çeşit çeşit kılık değiştirip dolaştılar çocuklarımızın arasında, Kırmızı Başlıklı Kız oldular, Melek oldular... Ve vallahi yoktu yüzlerinde “öf Allahım ne zaman bitecek” ifadesi. Olsaydı da kınamazdık. Ama yoktu. Hepsinin gözleri, çocuklarımızın yüzlerini taradı durdu tüm oyun bi sıkıntıları olmasın için... (o sırada da ağladım mı bilmiyorum, ama şimdi yazarken yolu yok tutmamın kendimi)
İster inanın ister inanmayın, neye teşekkür edeceğimi unutmayayım diye gösteri boyunca elli kere not yazdım telefonuma. Kimseyi, hiçbir ayrıntıyı atlamayayım diye...
Ama son olarak, sahnede Koza’nın ağır toplarını izlemek... İşte bu tam bi süprizdi... Tüm bu organizasyonun manyakça yorgunluğuna rağmen hiç üşenmeyip deli gibi bi de bunu hazırladınız ha? Hakkaten gene söylüyorum, eğitimcilik akıllı işi değil. Vallahi billahi değil.
Herkesin yaptığı “şov”lardan birini izlemedim ben bugün, ben bugün oğlumun da, arkadaşlarının da, öğretmenlerinin de yüzünde keyif gördüm. Bence bir performansın başarısı ancak ve ancak bununla ölçülür işte... Emeğine, yüreğine sağlık Koza... Mutfaktan bahçeye, sınıflardan müdüranımın odasına kadarına herkesin ellerine sağlık...
Sonuç: Son sahnenizdeki çiçek bahçeniz, unutmayacak emeklerinizi, sevginizi, öğrettiklerinizi... Bizler de... Ben de...
Aşkolsun Koza... Aferin sana...
Not: Adetimdir, yazıyı bitirince baştan sona okudum bir yamukluk var mı diye... Var, ben burda yazdıklarımın en az üç katını yaşadım orda, ama kalemimin yeteneği bu kadarını anlatmaya yetmiş... Biline ve affola...
13 Haziran 2010
Not: Adetimdir, yazıyı bitirince baştan sona okudum bir yamukluk var mı diye... Var, ben burda yazdıklarımın en az üç katını yaşadım orda, ama kalemimin yeteneği bu kadarını anlatmaya yetmiş... Biline ve affola...
13 Haziran 2010

Yorumlar
Yorum Gönder