Kendini Beğenmiş

Nereden öğrendim ben kendini övmenin “ayıp” olduğunu? Şimdi fark ediyorum da bunu ben öğrenmedim, yani ben öğrendim de bana yöneltilen bir öğreti değil bu. Birçok başka konuda olduğu gibi, bu konuda da babama verilen mesajları alıp içselleştirmişim. Annemin, ablamın ya da başkalarının babamla ilgili yaptığı yorumlardan öğrendim şimdi bildiğim eğriyi doğruyu… mesela babam Amerika’ya yaptığı seyahatleri anlatmamalıydı, Almanya’daki deneyimleri paylaşmamalıydı. Yine ukalalığa başlamıştı. Yine hava atıyordu. Karşısındaki ne düşünür önemsemiyordu. Ezilir mi, üzülür mü, umurunda değildi. Yine bencildi işte! Burnu büyüktü! 


Oysa öyle miydi gerçekten? Çarşamba’da bir berber çırağı olarak başladığı hayatını nerelerden nerelere getirmişti… Gurur duyuyordu başardıklarından. Okumamıştı, eğitim almamıştı ama kendini yetiştirmiş, ikinci sınıf insan muamelesi görmesi “normal” olan bir memlekette on beş sene deli gibi çalışmış, başı dik, gururlu, neredeyse tam bir “Avrupalı” olarak dönmeyi başarmıştı. Çalışmıştı ve başarmıştı. Bu onun kendini var etme savaşıydı ve başarıyla üstesinden gelmişti. Ne sakıncası vardı ki bundan söz etmesinin? Nasılsa hayatının son sekiz yılında, tüm yumurtalarını aynı sepete koymanın, tüm varlık sebebini bu başarıların üzerine inşa etmenin acısını, sözde “cezasını” fazlasıyla çekmeyecek miydi? Ne olurdu ki bunca bedel ödediği yerlerden azıcık kendini övseydi? Ukalalık yapsaydı? Kendini beğenmiş şey!


Ne tuhaf geldi şu an “kendini beğenmiş” sıfatının olumsuz bir anlamı olması. Sözlük anlamı: başkalarını küçümseyerek kendini üstün gören kişi… İçine bir dünya ek malzeme doldurulmuş bir meal... Ben niye kendimi beğenmeyeyim yahu? Kendimi beğeneyim, öveyim, başkalarını da beğeneyim, öveyim. Hayatımın son beş altı yılını “öz şefkat” becerisi geliştirmek için harcamışken, doğuştan, fabrika ayarlarımdan kendini beğenerek doğmam gerekmiyor mu? Bir başka insan kendini geliştirirken, gönlünü genişletirken beğenebiliyorum da kendimi neden beğenmeyecekmişim ben? 


16 yıldır, sokakta bir kadının tek başına yürürken bile tedirgin olduğu bir ülkede, kimseden destek almadan, kendi ayaklarımın üzerinde durup, düşüp, kalkıp ama sonunda hep hayatta kalıp 19 yaşında, kalbi kocaman, pırlanta gibi bir evlat yetiştirdim ben! Hem de öyle “yemedim yedirdim, içmedim içirdim” türünden değil. Saçımı falan da süpürge etmedim ha! Hem onu hem kendimi gözete gözete. Maddi güvenliğimiz için deli gibi çalıştım, doğru. Ama gezmemize de konserimize de tatilimize de, kampımıza da giderek, keyifle, şen kahkahalarla… “Şu faturayı da sen yatırır mısın? Şu dolabı da sen monte eder misin?” demeden, diyemeden… “Bugün çok yorgunum, düştüm… biraz sana yaslanabilir miyim?” diyecek birileri olmadan etrafımda… Ve gülümseyerek küçük dertlerine çevremdekilerin… 


Sorarım şimdi sizlere a dostlar! Ben neden beğenmeyecekmişim kendimi? Ayakta/Hayatta kalmadım. Gayet de zengin, renkli bir hayat sürdüm, sürüyorum. Ben de, oğlum da… Bir başkasının hayatını dinlediğimde “Helal olsun!” diyebiliyorum da, ben neden kendimi beğenemiyor muşum?


Çocuk da yaptım kariyer de

Kalbim kocaman, herkese, her şeye yer var! Kendi yaramı beremi kenara koyup, eşime dostuma, çocuklara, hayvanlara açacak bir yerim var hep, kalbim var.

Becerikli ve pratik bir insanım

Tam bir sorun çözücüyüm.

Duyarlıyım, hem de her şeye karşı; doğaya, insanlara, hayvanlara, yaralara, berelere, elimden geldiğince her şeye… 

Derdi bu olan bir insan olarak nasıl bencil olabilirim? Kendini beğenmiş olabilirim? Ve evet, tam da şu anda çok beğendim kendimi! Aferin bana! Her halimle, her huyumla, yapabildiğim ve yapamadığım her şeyimle, veremediğim kilolarımla, inişlerimle/çıkışlarımla, travmalarımla aldım beni, kabul ettim. Seviyorum beni! İkinci tekil şahısla değil, birinci tekil şahısla: Ben beni seviyorum! Kendimi de beğeniyorum işte :) 


Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk Maç

Ana Okulu